11 Nisan 2012 Çarşamba

ordasın... Gelemiyorum..
hiç gelemediğim "o" yerden dönemiyorum...
yönümü değiştiremiyorum...
"sen gelsen" demek, bağırmak, seslenmek istiyorum..
sesim kısılıyor, boğazım kuruyor, ses tellerime hükmedemiyorum..
sadece beklenmedik gitmelerini izliyorum.. sessizce, çaresizce...
                                               ah ulak ah

2 Nisan 2012 Pazartesi

nedir, kimin nesidir ki bu "sen"?  
onsuz olmuyor, eksik kalıyor bir yan...


kk'ya

SİSİFOS’a ÖĞÜTLER
Ne etsen yaranamazsın
Ümit tüketmek seninkisi

Anladın artık
Yanaşma pazarlığa.
Vurmuşlar taşı sırtına bir kez, mahkûmsun,
Ne övgü ne yardım beklemek boşuna
Çetelen tutulmuş, koymuşlar kafalarına
Bir rahmetlik ömrümüz var şurasında şunun
Geleceği varsa göreceği de var ölümün. Sevinme !
Vakit genç !
Çıkar yol değil umudu kemirmek
Çıkmayan yolda işimiz ne ?
Ya it ya da iblisler sevişir
Kendi kaderiyle
Bırak kayaları kopsun yerinden
Dağlayacaksa yüreğini
Güneş dağlasın bırak !

Düştüğün sarhoşluğu övme
Gazabına gazap kat dünyanın, öfkeye öfke !
Geleceği kahkahalar
Dağları hınçla deviren
Sessizce yürüyen ümitsize doğru
Ümidi dişleriyle koparırcasına söken :
İnsanlar gerek.
HANS MAGNUS ENZENSBERGER

22 Şubat 2012 Çarşamba

Bir başka alem bu rüyalar alemi:)


Rüyalar...
Rüyalarım canlanıp hayatta bana eşlik eden yol arkadaşlarım oluyorlar. Kimseye farkettirmeden soyutluktan somutluğa geçirecek özel bir giysi giydiriyorum onlara. Sadece benim anlayabileceğim. Uzun süre benimle dolaşıyorlar. Bol kavşaklı hayatta nereye döneceğimi birlikte belirliyoruz. Bir de kalbime hitap ediyorlarsa, uzun süre sırıtıyorum onları anımsayarak. Otobüste kulağımda müzik, kafam camda yanımda rüyalarım:)

Bazen hayat, Murphy amcayı yalancı çıkartmamak için hiç uyanmadığım saatlerde uyandırıp beni ayırıyor rüyamdan. Hemen kafamı yastığa gömüp sıkıca kapatıyorum gözlerimi. Geri dönüş olmalı...! döndüğüm de oluyor:)

Bilimsel olarak tam olarak açıklanamayan bu gizemli dostlarım, rüyalarım, burada gerçek olurlar mı bilmem ama gerçekleşmeyenleri öldükten sonraki sonsuzluğun derinliğinde bulunduğum anlara saklıyorum ben. Tıpkı biriktirdiğim hayallerim gibi. zaten aslında uzaktan akraba onlar... İkisinin de atası KALBİM:)


          mavi ve pembe, gizlice buluşurlar gökyüzünde... bulutlar saklar onları derinliğinde...
                                           ve rüyalar doğar bu aşktan, kalpleri ısıtan...

8 Şubat 2012 Çarşamba

Bomboş Olmak

Siz hiç bomboş oldunuz mu? kararsız, fikirsiz...
kafatasınızın boş, midenizin alınmış, kalbinizin çalınmış yetisiz bir şekilde dımdızlak kaldığınız mı?
okul bitiyor.. kararsız, karanlığa yürüyen ben..
 karar versem dağları delebileceğimi bilen yine ben..
en yakın arkadaşına karşı önyargılarla dolan ondan kaçmak isteyen ben...
konuştuğunu uzatmak istemediği için kısa kelimeler kullanıp bu kelimelerle daha çok uzatan ben...
kompleksli bir kişilik dikip içine sığmaya çalışan, alınganlaşan ben...
yazmak istediği halde yazdıkça kinlenen ben..
ulak'ı çok özleyip rüyalarda onu görmek için yatmadan önce onu düşünen ben..
ona aşık olmayan ben..
sürekli BEN dediği için bencillik dolmuş olan ben...

boşluklar dolsun... lütfen dolsun...

6 Şubat 2012 Pazartesi

Aşkın -e Hali


Aşkın –e haliydi o…

En zor zamanda hayat onu hediye etti bana…

Bir kapı kapanır diğeri açılır derler ya…

Açılan en güzel kapı. Ulaktı…( Ulak filmini izleyenler bilir)

Tesadüfen (tesadüflere pek inanmam ama söylemesi çok keyfili bir kelime J ) buldum onu.

Hiç tanımıyordum, aynı şehirde nefes almıyorduk biz.

Herkes çocukça buldu durumu. Kimse anlamadı. Gerektiğinde kimse anlamaz çünkü…

Oysa benim kalbimin içindeki çocuk hüzün köşesini terk edip hayata göz kırpmıştı.

Ne sıradan bir hayranlık ne de o filmlerdeki aşk…

Tanımlanamayan bir duygu; aşkın –e hali…

Benim olmasını istemediğim ama başkasına yakıştıramadığım.. Anlamlı hediyelerle mutlu etmek istediğim, hep gülsün dediğim, gölge gibi takip edip öğle vaktini yakalamışçasına gizlendiğim..
O, ulak, kurtarıcı…
Ulaştım sonra, konuştum.
sesi kulaklarımdaydı, gözleri hemen yanıbaşımdaJ

Yanında olduğum saniyeler rüya gibi... Beynimde bir masal sahnesi sanki…
Düşününce gözümün önüne gelen en net kare kocaman bir gülümsemeJ

Sorsalar aşık mısın kızım sen diye?
 Hayır aşk değil bu… 
Aşkın –e hali… 

Geldi, küçük çocuğun ellerinden tutup kaldırdı onu hüzün kuyusundan. 
Çırptı üstüne yapışmış melankoli tozlarını. Mutluluk pastası yedirdi. Huzur parkına götürdü. 
Vedalaştı ve uzaklaştı.
Hayatımın dönüm noktası olarak en gizli köşemde kalacaksın. 
Bilmesen bile Ankara'dan senin varlığından dolayı güzelleşen şehre yolladığım duaları hisset kalbinde=)


5 Şubat 2012 Pazar

İz...

       Eğer bugün Ankara'nın bir ucundan diğerine giden bir metroda, ilk durakta binip son durakta inen, elinde bu kitap olan ve durmadan selpağı ile gözyaşlarını silen bir kız gördüyseniz bilin ki o benim!
     
      Türk filmlerinde bile ağlayabilen bir yapıya sahibim ben.

Her filmde kendimi bulurum biraz, dokunur bana hikayeler...

Ve bu kitap... Gerçekten bambaşka....

Daha ortalarındayım ama bitirmeden yatmayacağım...


3 Şubat 2012 Cuma

Sen Bilirsin...


-Seni hiç tanımıyormuş gibi yanından öylece geçip gidemem. Tanımıyor numarası yapmayı pek beceremiyorum ben.
- Ben de onca şeyden sonra “mış” gibi davranamam. Sadece öylesine bir arkadaş olarak umursamazca, laf olsun diye nasılsın diyemem sana.
- Bir daha hiç konuşmayacak mıyız yani?
- Sanırım öyle.
- ….
- Sana kızgın değilim. Öfkeli hiç değilim. Tam tersine minnettarım, bana öğrettiğin çok şey var. Kimseyi suçlamıyorum. Sadece çok mutlu olmanı istiyorum. Seni hep hatırlayacağım.
- Sen de çok mutlu ol.  Ben de seni hep hatırlayacağım, ilk çamaşır makinamı aldığımda, tv izlerken. (sinsice gülümsüyor)
- Farkında mısın vedalaşıyoruz?!  Gülümsemek niye?
- Öbür türlü daha zor. Böylesi daha az kırıcı, gülümseyerek.
- Tamam o zaman. Artık kapatalım mı?
- Dur şu ödevin son sorusunu da çözeyim ondan sonra kapatırız.
- Sen hala dalgaya mı alıyorsun ya? Son konuşmamız bu!
-Son olmaz ya… selamlaşırız…
- Hayır. Selamlaşmayacağız.
- Peki. Kapatalım o zaman…
- Sen bilirsin.


Sen bilirsin. İlklerimizi böylece zaman mezarına gömmeyi istiyorsan, hala atan kalbine rağmen kendine ihanet edeceksen sen bilirsin.

Kapattık.
Ve bir daha da konuşmadık.

Ne çok düşünce sığdırırız kısa bir “Sen bilirsin.”e…
Hiçbir zaman düşünmesini istemediğimizi onaylarız sessiz bir sitemle…
Sen bilirsin dedim…
Kapattık.

2 Şubat 2012 Perşembe

Zamanlama Hatası

Doğru zaman kavramını hep ıskaladım ben.
Buluşmalara hep geç kaldım mesela....
Ayakkabımı giymiş evden çıkarken evin diğer köşesinden almam gereken eşyayı hatırlayıp ve ayakkabıları çıkartmaya üşenerek çoook emekledim halıların üzerinde..
Durağa koştum ve kaçırdım otobüsleri...
Yanlış zamanda aşık oldum.. Yanlış zamanda açıldım kimi zaman...

                        VERDİĞİM BİR KARAR İÇİN İLK ADIMI ATTIM AMA!
Üniversite hayatımı yememe vesile olan gördüğüm en vicdanlı aynı zamanda en vicdansız adam olan Bay Yapboz bana;
- Azıcık zayıfla da yanyana sırıtmayalım!
dediğinden beri beynimin en derin kıvrımında dolanan diyetisyen mevzusu için ilk adımı attım bugün. Diyetisyen öncesi yapılması gereken tahliller için hastane yolu göründü. Kaldırımları buzlu, yolları tuzlu, hatıraları tozlu caddede yürüdüm sabah serinliğinde. (serinlik? hava -12 idi) giriş yapmak için gittiğim veznede önümdeki teyzeye:
- Dahiliye bölümü şimdilik burada yok teyze.
dedi asık suratlı, yüzü boyalı, saçları sarı ilgisiz bayan.
Oysa dün aramıştım ben hastaneyi?! randevu saati geçtiği için sabahın kör saatlerinde düştüm yollara?!?!
gelen cevap;
- doktor bey bıraktığını dün akşam açıkladı. bizim de haberimiz yoktu.
Yıllardır düşündüm, zar zor karar verdim, bir gün önceden aradım ama... muhteşem zamanlama..
Sinirden dolan gözlerime aldırmadan diğer hastane için yola koyuldum. Geri dönüşü yoktu bu mevzunun.
Her neyse tahlilleri yaptırdım, sonuçları gösterdim. Sonuç;
Ne hormon, ne şeker... Boğaza hakim olamama hastalığı.. tipik boğa burcu..

Bu maceraya 2 yıl önce atılsaydım, hayatım çok farklı şekilde ilerliyor olacaktı belkide.. Bay Yapboz'a hayır diyemeyeceğim yıllarda yani...
Geç kalınmış bir intikamın başındayım..
 Hayattan, Bay Yapboz'dan, sığ bakanlardan alınacak bir intikam...  
 Kalbimin bir köşesine çöküp hüzünle bakan çocuğun özgürleşeceği  bir yoldayım..



1 Şubat 2012 Çarşamba

Dizi Dizi Dizilen Diziler

Dizi izleme modlarım;
        Mod1: Boş durmayan orta sehpadaki çekirdeğe bir "merhaba deyim" dedikten sonra kendisiyle beklenmedik sıkı bir muhabbetin içine düşeriz. Öyle ki esas oğlanın esas kıza aşkını itiraf ettiği sahneyi kaçırırım. Çünkü çekirdek, içtenlikle dertleşebileceğim nadir dostlarımdan. Çok sık buluşmayız, buluşunca da susamayız biz. Çıtçıtçıt... Bıtbıtbıt... bitbitbit
        Mod2: Koltuk kapmaca! Aile klasiğimiz.. Sonuç bellidir ama yinede her seferinde heyecanlanırız biz. Ben en küçük olarak hep en büyüğün yerine göz dikerim.. o sırada ortanca benim için rahat sayılacak 2. önemli yeri kapar. En büyük gelip beni yerinden bir güzel(!) kaldırınca sonuç; beklenen hüsranla, aynı yerde dizi izlemece.
       Mod3: Tüm duygusuzluğu ve yapaylığıyla kara kutu ekranında salınan tipleri izleyenleri izlemek. Evet, diziyi değil diziyi izleyenleri izlemek. Ve hep aynı soru; 
-Noldu? niye bana bakıyorsun?
Çünkü siz daha değerlisiniz. Onların göz kenarlarındaki beni yada göz bebeklerindeki parıltıyı keşfetmek yerine sizin yüzünüzün tüm detaylarını kazımak istiyorum hafızama. Üstelik onların tepkileri işleri gereği ama sizinkiler doğal. İnanın dehşet zevkli:)
      Mod4: Koltuk sporu! Bu ara tvnin her tarafına serpilmiş doktorlardan birinden duymuş annem: "spor her yerde, her an yapılabilir. otururken kaslarınızı çalıştırın." eee zaten tv başına oturduğumda geçen zamanı çöpe atılmışgibi hissediyorum, o zaman değerlendireyim değil mi? ağlamaklı bir sahnede ben saymaktayım;
- bir, iki, üç....,yedi,sekiz evet şimdi diğer bacak...





Kayışlar Koptu!

Çok kardeşli bir tek çocuktum ben!
Kalabalığın içinde yalnız hissetme durumunun tersini icat ettim kendi dünyamda. 
Öğretmenlerim hep 6 kardeş olduğumu düşünürdü. Tek çocukların utandığı kişiydim yani.
Konuşmak ve yazmak için gönderilmiş gibi hissederdim kendimi. 
Hep tombuldum ben! Şu çocukluğun acımasızlığıyla dalga geçilen, dansa davette seçilmeyen kız!
Ama bir o kadar da dışa dönük, sosyaldim! nasıl mı? Fizik yerine dilimi kullanırdım akıllım!
Harika bir ortaokul döneminden sonra lise başladı. Lisede de gevezeliğim son sürat devam etti. ekşi sözlükte tanımlanan lisedeki "merve"ydim sanırım... Ve yandaşım olan platonik aşk sendromu beni karşılıklı aşk büyüsünün kucağına bıraktı! lan! sevgili olduk iyi mi?
Çocuk çok zekiydi, parlak sivri dişler... düzgün parmaklar, espriler.. 4 yıllık arkadaşlığın ardından başlayan duygular.. 
Bir noktadan sonra büyü bozuldu. (Hep bozulmaz mı zaten?) (bknz: Aylin Aslım- Böyledir Bu İşler)
1 dönemdir beraber gidip gelmeye başladığımız, yıllardır biriktirdiğim hayalleri elini tuttuğum çocukla yaşayacağım harika üniversite kampüsünden döndüğümüz bir gün bir belediye otobüsünde ayrıldık.
Sonra ben sustum! yıllardır konuşan ben! gülmeye doyamayan ben! ne gerzekmişim! (Sonra beklenen ulak geldi, güldürdü:) ve gitti)
1. sınıfı moron gibi geçirdim. 2 desen gel gitler! 3 toparlanış! geldik 4e! 
Artık bomba gibiyim.. Ama bir baktım üniversitenin en bomba dönemlerini resmen çöpe atmışım ben!
Detayları sonra yazacağım.
Dün 8 yıllık dostum bendeydi. lak lak, muhabbet, sabahlama.. hoş bir kahvaltı, dertleşme...
döndü dedi ki: 
- Lisede seni daha çok seviyordum!
zaten hep patavatsızdı ama öhöm yuh lan! 
Güldü, sarıldı! geçti, gitti..
amaaaa toncaaa birikmişin üstüne hayatın bu cilvesi bende kayışları koparttı arkadaş!
o kadar saldım mı lan ben kendimi?!! sadece ekstra 10 kilo aldım! gırgır aynı, korumacılık aynı!
Akşamına face'de takılırken yıllar öncesinden bir misafir sohbet penceresini tıklattı, geldi. 
- "sen" dedi. "Yazmayı severdin. Yazılar biriktirirdin. Duygusal zekan süperdi. Ben de bir yazı yazdım, bir oku beğenecek misin?"
- (ünlü bir yazar edasıyla) tabiki tatlım, seve seve.
okudum, yorumlar yaptım, bazı yerleri eleştirdim.
sonra yıllardır hayatıma uzak olan bu misafirle sohbete başladık.
- sürekli birilerinden tepki alacağız diye paylaşmıyoruz, paylaşmadıkça düşünmeyi bırakıyoruz.. yazmıyoruz.. 
- Yazmak insanın kendisini daha yakından tanımasına, anlamasına yardımcı olur oysa (bak bak! yıllardır elinden düşürmediği günlüğünden, defterinden vazgeçen, yıllardır kalemlere dokunmayan ben değilim sanki!)
-Ben de seni birazcık tanıyorsam sen zaten yazıyorsundur ve yazdıklarını da okumak isterim.
-İnşallah=) çok sevinirim.
.....
Biraz daha hoş beş sonra vedalaştık.
Sonra dedim ki yazma vakti geldi... 
 o zaman haydi bakalım bismillah...