-Seni hiç tanımıyormuş gibi yanından öylece geçip gidemem. Tanımıyor
numarası yapmayı pek beceremiyorum ben.
- Ben de onca şeyden sonra “mış” gibi davranamam. Sadece
öylesine bir arkadaş olarak umursamazca, laf olsun diye nasılsın diyemem sana.
- Bir daha hiç konuşmayacak mıyız yani?
- Sanırım öyle.
- ….
- Sana kızgın değilim. Öfkeli hiç değilim. Tam tersine minnettarım,
bana öğrettiğin çok şey var. Kimseyi suçlamıyorum. Sadece çok mutlu olmanı
istiyorum. Seni hep hatırlayacağım.
- Sen de çok mutlu ol. Ben de seni hep hatırlayacağım, ilk çamaşır
makinamı aldığımda, tv izlerken. (sinsice gülümsüyor)
- Farkında mısın vedalaşıyoruz?! Gülümsemek niye?
- Öbür türlü daha zor. Böylesi daha az kırıcı, gülümseyerek.
- Tamam o zaman. Artık kapatalım mı?
- Dur şu ödevin son sorusunu da çözeyim ondan sonra
kapatırız.
- Sen hala dalgaya mı alıyorsun ya? Son konuşmamız bu!
-Son olmaz ya… selamlaşırız…
- Hayır. Selamlaşmayacağız.
- Peki. Kapatalım o zaman…
- Sen bilirsin.
Sen bilirsin. İlklerimizi
böylece zaman mezarına gömmeyi istiyorsan, hala atan kalbine rağmen kendine
ihanet edeceksen sen bilirsin.
Kapattık.
Ve bir daha da konuşmadık.
Ne çok düşünce sığdırırız kısa bir “Sen bilirsin.”e…
Hiçbir zaman düşünmesini istemediğimizi onaylarız sessiz bir
sitemle…
Sen bilirsin dedim…
Kapattık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder